
YOLUNDA SEVİNÇLE İLERLEYEN GENÇ
BalasagunluYûsuf Uluğ Has Hâcib 11.y.y.’da Kutadgu Bilig adlı eserinin ilk sayfalarında okuyucuya şöyle bir not bırakıyor:
“Ey yolunda sevinçle ilerleyen genç, sözümü boş sayma. Gönülden, içinden gelerek dinle ve uy. Doğruluk yolundan şaşmamaya çaba göster. Gençliğin boşa gitmesin. Ondan yeteri kadar yararlanmayı bil, gençliğini değerlendir. Çünkü ne kadar sıkı tutarsan tut, o bir gün elinden kaçar. Sende gençlik gücü varken boşa harcama. İbadetten hiçbir zaman geri durma, hep ibadet et. Bu sözümü iyi dinle, sonra elden gidince gençliğin özlemini çeker pişman olursun.”
Beşerin sözünü değerli kılan iki özellik vardır. Birincisi, muktezâ-i hâlinde ilahi olana boyun eğmesidir. İkincisi de nutkiyyetini/mantığını efâliyle nazmetmesidir. Eserde okuyucuya düşülen not, kuru bir nasihat olmanın ötesinde kişinin hem çehresine hem de encâmına yansıyan derdidir. Fakat bu dert sıradan bir iç sıkıntısı değil, hayatta mükellef olmanın sağladığı, iç huzuruna erme arzusudur.
“Ey yolunda sevinçle ilerleyen genç”
Eski Türkçe’de Kenç genç, yavru ve çocuk anlamında kullanılırdı. Her çocuğun veya gencin annesi, babası vardır. Yani kökü, aidiyeti, dayanağı… Gençlik insana her şeyden önce sağlam bir dayanak verir. “Ben kimim?”, “Nereden geldim?”, “Neredeyim?” ve “Nereye gidiyorum?” şeklinde baş ucunu ve son ucunu birbirine bağlayan en temel soruların yanıtlarını ailede buluruz. Bir yere ait hissetmek varoluş kaygısıyla başa çıkmayı sağlar. Genç kişi, hayat yolunun ilk evresinde yaşayacağı tedirginlikleri kökleriyle güçlü bağlar kurarak aşar. Yetimlik ve öksüzlük de hayat cümlesindedir. Gözlerini yetim ve öksüz olarak açmış kişilere dayanak olan akraba, çevre, toplum ve devlet de analık ve babalık vazifesini yerine getirir.
Günümüzde genç kelimesini genellikle delikanlı kelimesinin anlam çerçevesinde kullanıyoruz. Buna göre genç, çocukluk döneminden çıkmış kişiye karşılık gelirken literatürde 10-24 yaş grubu olarak sınıflanıyor. Delikanlı, yani kanı deli akan kişi güçle, yüreklilikle, hızlı ve hareketli olmakla nitelenmektedir. Elbette gençlik döneminin yansımaları olarak kabul ediyoruz bunu. Fakat doğru kavram, anlam ve davranış kalıplarına sahip olup, kavramlara yüklediğimiz yanlış anlamlardan hareketle yanlış davranış kalıpları inşa etmemek için ecdadımızdan öğüdümüzü iyi almamız gerekiyor.
Modern bilimlerdeki tanımlar ve sınıflandırmalar fizikî âlem tasavvuruna sahip olduğundan bireyi ve içinde yaşadığı toplumu istatistik verilerini incelemeye yarayacak şekilde nesnel olarak değerlendirir. Bu, söz konusu bilimsel bakış açısının mahiyet ve işlevine göre doğru bir yaklaşımdır. Ne var ki insan öznedir. Nesnenin dışında, nesnelliğin yanındadır. Buna göre bilimsel parametreler insan ve davranışını incelerken “tabiat” kavramı altında sınıflandırır. Evet, insan yaratılış özellikleri itibariyle doğanın bir parçasıdır fakat akıllı ve irade sahibi bir varlık olması hasebiyle doğasının üzerinde verili bir “fıtrata” sahiptir. Onu doğada fail kılan özelliği, tabiattaki diğer canlılardan ayıran özelliğidir ve fıtratıyla anlaşılmayı hak etmektedir.
Sanırım genci ve gençliği anlamak konusunda tutumlarımız da bu farkta düğümleniyor. Genç birey kendilik bilincini inşa ederken sadece tabiatındaki özelliklere değil, fıtratındaki özelliklere de bakmalı ve öncelikle kökensel soruların cevaplarını nerede bulduğuna odaklanmalıdır. Simgesel kopuş zincirinde yaşayacağı inişleri, çıkışları, gel-gitleri ancak kök-leriyle sağlamasını yaparak yatıştırabilir. Nitekim özgürlüğe, yani özün gürleşmesine yakından bakarsak, aidiyet bağlarından kopmanın değil özden hareketle gürlüğe doğru uzamanın yaşandığı fark edilecektir. Açıkça görüleceği üzere tabiatındaki özellikler ona bu bütüncül bakış açısını vermede yeterli değildir. Gencin öncelikle insan olduğunu ve insan anlayışıyla ilgili hem tabii hem de manevi ölçütlere göre değerlendirilmesi gerekeceği aşikardır. Nitekim manevi ölçütler ona, yaşamın sadece fırtınalı süreçlerden ibaret olmadığını, ilkel duyguların olumlu nitelikte ve destekleyici olduğunu; bundan hareketle de bütünlük arayışına varma yolunda moral değerlere başvurarak sebat edebileceğini gösterir. Diğer bir deyişle yaşamın tekinsiz, sınırsız, belirsiz ve anlamsız olmadığını kendi varoluşuna bütüncül bakarak kavrayabileceğini gösterir.
Hâcib’in gözünde genç, yolunda sevinçle ilerleyen olarak nitelenmektedir. Ceddimiz belli bir yolda, işte, uğraşta, meşguliyette ve amaçta olmayı hatırlatıyor. Nitekim yol medeniyettir. Arayışın pusulasıdır. Yolu olanın yön veya taraf problemi yoktur. Belli bir amaçsallıkta yaşamak bütün zahmetiyle beraber kişiyi mutluluğa götürür. Yola da yordama da en çok gençlikte ihtiyaç duyarız. Yolun hakkı ise ilerlemektir zira yolda durmak abestir.
Mutluluk nedir? Sanıyorum ki pek çok kişi mutluluğun ne olduğunu bilmeden onu aramakta. Ayrıca gözlemlerime dayanarak söylemem gerekirse günümüzde mutluluğa dair bir arayış içinde olma durumu azalmakta. Sanki mutluluk, bir bilinmezin içinden kopup yaşantımıza gelmek ve bizi tatmin etmek zorunda. Allah, insan ve evren yaralarımızı sarmak için fazladan lütufkâr olmalı. Biz ise hiçbir çaba sarf etmeden, uçurumun kenarında umutsuz, boynu bükük ve yorgun beklemeyi sürdürmeliyiz… İnsanlık modernizm ve sonrasında Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi’nin ürettiği emek ve sermaye sarkacında yaşıyor. Mekanik toplumda insanlar artan iş yükünü, ederinden az bir ücretle karşılamaya koşullu biçimde yaşıyor. Yani köle ve efendi ilişkisi farklı bir görünümle sürüyor. Doğal rehabilitasyonunu yaşayamayan insan teki çaresizlik ve sıkışmışlık hissini derinden hissederken dil ve kültür bağını da psikolojik durumuna göre güncelliyor.
Mutlu olmanın yolu, sevgi temelli bir bakış açısına sahip olmaktan geçer. Sevinç duymadan mutlu olmak mümkün değildir. Sevgi yoksa tebessüm de kahkaha da formaliteye dönüşür. Seven, yaşadığı dünyaya “mutluluğu hissettirecek olay ve olgulara hazırım” mesajı verir. Sevgi de doğası gereği dışa dönüktür ve insan nefsine bencilce mesajlar vermez. Modern çağın kurucu düşü ise sevgiyi de mutluluğu da yapay bir hapa dönüştürmüştür. “Çağın zihniyetini ne kadar çok benimser ve paylaşırsan o kadar çok mutluluk hapına sahip olursun” mesajı verir. Yapaylık, sahtelik, hazların bölük pörçük tatmini, varoluşun ilkelerinden soyutlanma vb. bahsi geçen zihniyetin sunduğu mutluluk algısının özellikleridir. Oysaki fıtratımızdaki sevgide Allah, insan ve evreni kuşatan bütüncül bir yapı vardır. Özü iyi olan bir şeyden kötülük tezahür etmez. Eğer varlık varsa ve var olmaya devam ediyorsa iyidir. Kötülüğün nedenleri, fıtratla çelişen tercihlerde aranmalıdır.
Günümüz gençliği acaba Hâcib’in tarif ettiği gibi mi? Yani gençlerimiz yolunda sevinçle ilerliyorlar mı? Kavramların gerçek anlamında bir mutluluk deneyimi kazanıyorlar mı? Sanıyorum bu soruyu cevaplamadan hatırı sayılır bir gelecek düşü kurmak imkansız görünüyor. Genç sevincin süreğen, üzüntünün ise geçici olduğunu fark ettiğinde geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bağ kurmaya gönüllü olacaktır. Psikolojik olarak inişleri de çıkışları da yaşamın bir parçası olarak algıladığında dengeyi kabullenecek; iç huzurunun mimarı olacaktır.
“İbadetten hiçbir zaman geri durma, hep ibadet et”
İnsani duyarlılıklar huzurlu bir yaşamın temini için vazgeçilmez olsa da sürdürülebilir olması bakımından tek başına yeterli değildir. Bu münasebetle hangi konu olursa olsun uzlaşı ilkesiyle karşılaşırız. Sonsuz bir çeşitlilik içinde yaşıyorken zıtlıklarla karşılaşmak kaçınılmazdır. Görecelik, hemen hemen her köşe başında bekler. “Bana göre”, “Size göre, “Ona göre”… Eğer çeşitlerin arasında bir uzlaşı ilkesi bulunmazsa zıtlıklar varoluş yasasının önüne geçer. Namus, kanun, töre vb. kavramlar türümüzün uzlaşı arayışında geliştirdiği birer ideadır. İnsan deneyimi ne kadar medeni olursa olsun bu uzlaşı arayışı dışımıza doğru taşar. İnsanlığın meselesini ancak insandan daha güçlü, akıllı, bilgili, doğumdan ve ölümden bağımsız yüce bir varlık çözebilir. Ne var ki bu gerçekle yüzleşmek kolay değildir. Zira insan yüce bir yaratıcı fikrine eriştiğinde mükemmellik ve ölümsüzlük ideasını yaratıcıya bırakmak zorundadır. Şöyle düşünelim. Hayattaki her şeyi teker teker deneyimleyerek hazlarımızın son noktasına ulaşmak mümkün müdür? Matematiksel olarak ömrümüz bunun mümkün olmadığını söyler. Eğer varoluşumuza dışarıdan/ilahi bir bakışla bakabilirsek arzularımızın dünyanın dışına uzandığını fark ederiz. Allah, insana arzularının dünya kadar küçük veya geçici olmadığını; gerçek yaşamı acısıyla tatlısıyla ölümden sonra deneyimleyeceğini haber vermektedir. Bu dünya kendimizi bilme, keşfetme ve test etme yeridir. Nitekim kendimizi bilmeden gerçek yaşamın sonsuzluğunda var olmak mümkün değildir. Bu münasebetle Allah’a ibadet etmek yazgımızın bilinen ve görünen en güzel yansımasıdır. Hayat, ölüm ve ötesi arasında ihtiyaç duyduğumuz uzlaşıyı ancak O’nda bulabiliriz.
Dil tuhaf bir olgu. Kul olmak genellikle efendi-köle ilişkisini anımsatan bir anlam çerçevesinde bilinmektedir. Efendi-köle ilişkisinin yaşantımızdaki görünümü acı ve kirli olduğundan dolayı olumsuz anlam yüklüdür. Oysaki Allah’a kul olmak, gönül tahtını sahibine sunmaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kulluk anlamında geçen “a-b-d” kelimesi Akkadca’dan Arapça’ya değin kökensel olarak “sevgi” anlamıyla gelmiştir. Dolayısıyla özünde muhabbet olan kulluk, asıl muhatabına yapılmayınca bozulmakta; diğer bir deyişle kula kulluk etmekten hiçbir olumlu sonuç çıkmamaktadır. İyiyi arzulamak bireyi iyiliği var eden, öğreten ve lütfedenle bağ kurmaya, iletişim halinde olmaya, O’ndan gelen bildirimleri almaya ve mesajına uymaya götürür. Bu fıtrî yönelim isyan perdesiyle engellenmediği sürece içimizde yankılanan ses gönlümüzde hemen yer eder.
Gençlik üzerine çalışan müspet her politika kadim değerler ile önermesini desteklemek zorundadır. Birkaç kavramın aslını kurcalayınca mevcut ile arasında derin uçurumlar ortaya çıkıyorsa kültürel ve medeni tercihleri sağaltmak, yaşamın fıtratına uygun olup olmadığını tahlil etmek, bireyi de, aileyi de, toplumu da, devleti de erdemlerin dünyasına davet etmek gerekiyor. Davet süre dursun; biz bulunduğumuz yerde erdemlerin ilkiyle iyileşmeye başlayalım. Allah’a ibadet/kulluk olgusunu ailemizde ikame edelim. Böylelikle hayat, henüz açmadığı bütün çiçekleriyle kutlu yüzünü gösterecektir.