top of page

ŞİDDETİN KÖKENİ
''Kavramlar''

​Diğerlerine zarar verme eğiliminde mi doğuyoruz?

Şiddet öğrenilen bir şey mi? Eğer öğrenilen bir şeyse kontrol edilebilir mi? Şiddetin etken ve edilgen uyarıcıları nelerdir? Kitle iletişim araçlarından sosyal ilişkilere içerik üretme, sosyal statü, rol ve konumların şiddete dayalı davranışları realize etmesi hangi gerekçelere yaslanmaktadır? Diye uzadıya giden sorular şiddetle ilgili yapılan alan araştırmalarında ölçek işlevi görmektedir. Yapılan her araştırma ve araştırma üzerine serimlenen incelemeler örneklem değeri taşır. Zira deneyim özneldir. İlkel çağlardan günümüze şiddet hakkında benzer veya farklı özelliklerin yeniden düşünülmesi ve yorumlanması vakıadır.  Kökensel, evrimsel ve işlevsel kuramların şiddeti iç içe geçen bir temaslılıkta incelemesi bunu gösterir.

 

Neden Şiddet?

 

Bir insan neden şiddet sergileme gereksinimi duyar? Doğuştan gelen dürtüleri onu şiddet sergilemeye mi sevk eder? Ya da sosyal çevreden öğrenilen rol ve davranışlar onu şiddetle aynı küme de mi buluşturur? Eğer şiddet sadece doğuştan gelen bir dürtü ise insan doğasının geleceği üzerine düşünme ve anlama biçimleri olan inanç, felsefe ve sanatta çoğunlukla demoralize yorumlara konu olmasını nasıl açıklarız? Rol ve davranışların yapılandırılması, şiddete yönelik eylemlerin rehabilite edilmesine neden yeterince katkı sağlamamaktadır? Görüldüğü üzere şiddetin nedenleri, gerekçeleri ve sonuçları arasındaki mesafe hayli uzak, derin ve yoğunlukludur. Öyleyse şiddetin kökeniyle ilgili bu uzun metrajlı anlama serüvenine başlarken kökensel açıdan nisbi bir uzlaşıya varmak gerekir. Şiddet hayvani dürtüye dayanır.

 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti,’’fiziksel güç ve iktidarın kasıtlı bir tehdit ve gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması’’ şeklinde tanımlamaktadır. Hukukçular ise şiddet eylemini,’’İnsanın benzerlerine karşı giriştiği, onlarda önemli ya da önemsiz hasarlar veya yaralar oluşturan, saldırganlık ve hoyratlık ifade eden hareketlerdir’’ diye açıklamaktadır (Oğuz Polat, Şiddet, 15-16). Tanımlara baktığımızda şiddeti meydana getiren unsurlar: fiziksel güç, kasıt, önemli ya da önemsiz yaralanmaya yol açma, yaralanmaya yol açma olasılığı, benzerlik şeklindedir. Diğer bir deyişle bir duyguyu, bir düşünceyi ve bir eylemi şiddet hükmüyle niteleyen ölçütlerdir.

 

Prof.Dr.Hakan Türkçapar saldırganlık, şiddetin doğası ve psikolojik nedenlerine ilişkin yürüttüğü bir klinik çalışmasına katılan bütün bireylerin yaptıkları bütün saldırganlık davranışlarını kendilerince haklı gerekçelere dayandırdıklarını aktarıyor. Cinayet gibi ağır saldırganlık ve şiddet içeren eylemleri sergileyenlerin ‘’kendilerini savunduklarını, artık yapacak bir şeyin kalmadığını ya da başkaları tarafından kandırıldıklarını’’ söyleyerek saldırganlıklarını meşrulaştırmaya çalıştıklarını kaydediyor. Yani önce kendileri şiddete maruz kalmışlar, sonrasında karşı bir hamle olarak kendileri şiddete başvurmak zorunda kalmışlardı. Türkçapar,’’ancak işin ilginç yanı yaptığım yüzlerce görüşmede bu kadar kandırılan kişiyi kandıran kişiyle hiç karşılaşamamam olmuştu! Burada da herkes yine kurbandı. Bu durum benim açımdan şaşırtıcı idi, oldukça inandırıcı biçimde herkesin uyguladığı şiddetin haklı bir nedeni vardı, peki “kötü” adam, ya da haksızlığı yapan adamlar neredeydi?’’ (https://www.aktuelpsikoloji.com/siddet-ve-dusunce-makale-prof-dr-hakan-turkcapar-21268h.htm) diye şaşkınlığını yinelerken insan doğasında şiddetin nasıl katmanlaştığına yönelik dikkat çekici bir çözümleme sunmaktadır.

 

Bu çözümleme, şiddeti meydana getiren unsurların şiddeti inşa ettikten sonra da yapılanmaya devam ettiğini göstermektedir. Yıkıcı bir eylemin vasfı olan şiddet beşeri ve sosyal ilişkilerde dolayımlı bir refleksle anti tezini çürütme yönelimini alanı kısıtlı olsa bile sürdürmeye devam edebileceğini açıkça gösteriyor. Şiddete yönelik alınan önlemlerin daha homojenize ve süreğen bir periferi takip etmesi için yeterli bir nedendir desek abartmış olmayız.

 

Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri eserinde saldırganlığın belirsiz anlamlarda kullanılmasının, alan yazında yapılan incelemelerde karışıklığa neden olduğunu aktarıyor. Örneğin, alan yazında saldırganlık saldırıya karşı kendini savunan insanın davranışı, para almak için kurbanını öldüren soyguncuyu, bir hükümlüye işkence yapan bir sadisti anlatmak için; erkeğin dişiye cinsel yaklaşımı, bir dağcıyı ya da satıcıyı ileriye yönelten tepileri ve toprağı süren çiftçiyi anlatmak için saldırganlık teriminin kullanıldığını, bunun da saldırganlığın ve şiddetin nedenini çözümlemede karmaşa yarattığını söylüyor. Eğer saldırganlık yıkıma uğratma, savunma ve kurma amacı taşıması bakımından niteliklerine göre tasnif edilerek incelenirse nedenlerine yönelik daha müspet bir inceleme, anlama ve yorumlama olanağına sahip olabiliriz, diyor.

 

Fromm, daha sonra Konrad Lorenz’in İşte İnsan: Saldırganlığın Doğası Üzerine adlı çalışmasını merceğe alarak: bireyin ve türün varlığını sürdürmesine yarayan, biyolojik olarak uyarlanabilir/doğuştan saldırganlık; öldürme arzusunu ve zalimliği anlatmak amacıyla yıkıcı ve zalim saldırganlık; öldürmekten ve yıkmaktan haz duymanın yol açtığı olgular olarak doğuştanlığa dolayımlı saldırganlık şekilde üç farklı saldırganlık tipolojisi sunmaktadır. Fromm buradan hareketle savunmaya dönük saldırganlık için ‘’yumuşak saldırganlık’’, tepkici saldırganlık için ‘’saldırganlık’’ve insanlara özgü bir eğilim olan yıkıma uğratma ve mutlak denetime ulaşma eğilimi için ‘’kıyıcı saldırganlık ve zalimlik’’ tasnifini yapıyor.(Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, 15-16).

 

Bireyin ve türün varlığını sürdürmesine yarayan doğuştan saldırganlık tabiat kanunu ölçütünde meşruiyet zemininde incelenir. Zorlu doğa koşullarında ilkel insanların ‘’büyük balık küçük balığı yer’’ fehvasıyla beslenmek için mamutu öldürmesi, bebeğin kasılma, çığlık ve inlemelere neden olarak doğması, zehirli bir akrebin zehrine maruz kalmamak için onu öldürme gibi uzadıya giden örnekler doğuştan saldırganlığa örnek olarak zikredilebilir.

 

Doğal koşulların bir tık üzerinde istençli saldırganlık olarak karşımıza çıkan öldürme arzusu ve zalimlik tepki ve kasıt taşıması nedeniyle şiddetin ikinci katmanı anlamına gelir. Ferdi ve içtimai hayatın örgüsü içinde edimler belli bir kurguya sahiptir. Yaşam koşullarını bedensel ve sezgisel duyuları, aklı ve özgür iradesiyle deneyimleyen birey şiddet vasfı taşıyan duygu, düşünce ve eylemini de bu örüntüde sergiler. Alkol aldığı için bedensel ve ruhsal yetilerini minimize eden bireyin bir trafik kazasına sebep olması veya bir canlıya-nesneye zarar vermesi; diğer deyişle şiddete sebep olması meşruiyet olanağını ortadan kaldırır. Alkol almasına neden olan psikolojik ve sosyal gerekçeler; örneğin aile içi şiddet, ekonomik kriz, istismara maruz kalma gibi gerekçeler şiddete konu olan eylemi meşru saymak için yeterli bir önermeye sahip değildir. Alkol alma eylemindeki kasıt, sebep-sonuç bağıntısının başında belirsiz, sonunda belirli olabilir. Alkol kullanmak da kullanmamak da eşit düzlemde irade ve tercih imkanına sahiptir. İlgili gerekçenin/krizin yoğuşmasını azaltmak için herhangi bir zarara neden olmayacak terapi, tedavi veya rehabilitasyon gibi seçenekleri tercih edebilir. Alkol almanın dışında daha büyük bir zarara/kazaya neden olmak saldırganlığa yönelik istencin psikolojik açıdan pekiştirildiğine de işarettir. Trafik kazasına neden olmamak için alkol kullanmamak veya alkollü bir şekilde araç kullanmamak doğal koşullar ve sosyal çevrenin saldırganlığı önlemeye yönelik aldığı işitsel, görsel ve kurgusal zeminle de desteklendiğinden, olası bir istençli saldırganlığın tebarüz etmesi orantılı şekilde olanaksızlaşır. Burada öldürme arzusu ve zalimlik çift taraflı bir yayılıma sahiptir; yani fail trafik kazasına neden olmasa da kurgunun başında yaşam değerlerine zarar verirken öldürme arzusunu ve zulüm istencini kendi bedeni ve ruhunda deneyimler. Bu da istençli saldırganlığın belirli bir kurguda ortaya çıkarken tekilden çoğula kurgunun özne veya nesne bütün aktörlerine etki ve yayılım sergilediğini açıkça göstermektedir.

 

Öldürmekten ve yıkmaktan haz duymanın yol açtığı olgular olarak doğuştanlığa dolayımlı saldırganlık tipi ise istençli saldırganlıktaki kurgusal katmanın üzerine yeni katmanlar atarak şiddeti iradeli ve kısıtlı durumdan daha genişlemiş-derinleşmiş bir kurgu düzeyine çıkaran kıyıcı, kasıtlı ve kapsayıcı bir düzlemde ortaya çıkar. İstençli saldırganlıkta kasıt sebep sonuç bağıntısının başında belirsiz, sonunda belirli iken kıyıcı ve zulümkar saldırganlıkta kasıt bağıntının başında, ortasında ve sonunda belirlidir. Doğuştan gelen saldırganlık dürtüsü gelişen çevre koşullarında dengelenmesi gerekirken tam tersine şiddet yaşamda deneyim değeri kazanmış; dahası şiddeti haz veren bir düzeye çıkarmıştır.

 

Bilişsel, duyuşsal ve sezgisel yetilerin yeni gelişmekte olduğu çocukluk evresinde bir canlıya veya nesneye zarar vermenin izahı akıl, irade ve ikisinin senkronizasyonu olan muhakeme yeteneğinin yeterli deneyime sahip olmamasıdır. Bundan dolayı hukukta ehliyet ve ceza konularında sorumlu olmayı inşa eden koşullar bilişsel ve duyuşsal yetilerin gelişmiş veya gelişmemiş oluşunu kıstas alır. Bu evrede şiddeti önlemeye yönelik terkiplenen ceza informel biçimde ortaya çıkar.

 

Doğal bir dürtü olması hasebiyle şiddet bütünüyle negatif bir işlevselliğe sahip değildir. Aklilik, mantıklı olmak ve pozitif işlev kadar doğaldır. Hatta kaçınılmazdır. Çok basit bir örnek üzerinden gidelim. Keskin bir bıçak ne işe yarar? Onu akşam yemeğini hazırlarken patatesi, soğanı veya salatalığı keserken de kullanabilirsiniz; başkasının mülküne zarar vermek amacıyla araç kaportasını çizerken de; bir canlıyı katlederken de. Şiddeti realize eden dürtü, duygu ve düşünceler de şiddetin araçsallığında tebarüz eden çok faktörlülük gibi bir zemine sahiptir. Bir canlının yaşamına son vermek kötüdür. Hayvani dürtüyle size doğru hızla koşarak gelen kaplanın saldırganlığına karşı yaşamsal bir refleksle hayatiyetinizi korumak için şiddete başvurmanız kaçılmaz olduğu kadar olağandır da. Dolayısıyla kötülük niteliği taşımaz. Ancak size göre kötü kokması, ses çıkarması veya yaşam alanınızda izinsiz yer işgal etmesini gerekçelendirerek bir kediyi çuvalın içine koyup izbe bir yere terk etmek yahut öldürmek kötülük niteliği taşır.

 

Yaşamsal enerjinin kontrol edilmesi duygu, düşünce ve davranışlarda dengeyi sağlamakla mümkün olur. Zorbalık ve merhametlilik iki zıt kutuptur. Fiziksel yeterlilik ve yetersizlik bu iki kutbu besleyen sosyal-psikolojik nedenlerden biridir. Fiziksel yeterliliğe sahip bir canlı doğal olarak potansiyelini dışa yansıtır. Ancak yaşamsal enerji dengelenmezse bu yeterlilik yıkıma ve şiddete sebep olabilir. Aynı şekilde fiziksel yetersizlikte de yaşamsal enerji dengelenmezse bedensel ve ruhsal çöküşe sebep olabilir. Yaşam, akıp giden bir nehre benzer. Bu nehrin yatağında belirli bir enerjisi, debisi, sesi, etkisi vardır. Sosyal koşullar tabiatta canlılar arası ilişkileri kaçınılmaz kılar. Dolayısıyla fiziksel-ruhsal yeterlilik ve yetersizliğe sahip iki zırt kutba sahip canlılar heterojen kümeler oluştursa da kümeler arası homojen ilişkilerden bütünüyle sıyrılamaz. Bu bağlamda yeterlilik ve yetersizliğe sahip canlıların yaşamsal enerjiyi dengelemesi insan doğasının geleceği için zaruret arz eder. Gücün simgeselliğinde yüksek enerji aktarımı sınırlanması gerekirken alçak enerji gerilimi orantılı şekilde artırılmalıdır. Savunmasız kalmak da orantısız güç kullanmak gibi şiddeti tetikler.

 

Saldırganlık yaşamsal enerji dengelenmediğinde ortaya çıkar. Evet, insan doğuştan gelen hayvani dürtülere sahiptir. Ancak aklı, iradesi, kültürel birikimi ve sosyal çevresi bu dürtüleri dengelemesi için aynı doğuştanlıkla sahip olduğu imkanlardır. Hayvani dürtülerin doğuştan olması orantısız güç aktarımı kapsamına giren saldırganlık katmanlarını meşrulaştırmaz. Asabiyet, zorbalık, sinirlilik hali gibi saldırganlığı inşa eden psiko-sosyal faktörler subjektif olmasına rağmen dürtüler dengelenmediği sürece sosyal ilişkilerde normalleşebilir. Hatta sinirlilik, hoyratlık ve zorbalık toplumsal yaşamda statü ve rolleri besler hale bile gelebilir. Zorbalık saygı ve itibarı temin eden bir etken hüviyetine kavuşabilir. Ne var ki bu özünde arızi durumdur.

 

Suç örgütleri, çeteler ve saldırgan insanlar yaşam boyunca tabiatındaki hayvani dürtüyü dengelemekten vazgeçtiği, aksi yönde yapılandırdığı için edimleri doğuştan gelen saldırganlığa dolayımlı şiddet katmanına girmektedir. Alan yazında savaşlar, katliamlar ve istilalar örnek olarak incelense de toplumsal tabakaların içinde canlılığını koruyan saldırgan insan ve insan grupları aynı düzlemde örnek olarak incelenmelidir. Zira bu profilin sosyal etkisi savaştan daha köklü, süreğen ve yıkıcı olabiliyor. Hatta savaşı besleyen psiko-sosyal zemin olma özelliğini koruyor. Düşmanın fiziksel saldırısına sadece savaşta maruz kalabilirsiniz. Ancak suç örgütü veya çete üyesi, psikopat, sosyopat saldırgan birinin şiddetine her an maruz kalabilirsiniz. Elbette savaşın da bir hukuku var. Fakat tarihte savaşların genellikle orantısız güç kullanımına neden olarak hedeflenen hukuki, insani ve evrensel hedeflerden uzaklaştığı açıktır. Legal ve illegal terimleri saldırganlığı yapılandırmak için belli bir kapsam çizmeye çalışsa da orantısız gücün şiddete dönüştüğü sosyal realite her şey gibi legal ve illegali de aşmış, taşmış ve yıkıma uğratmıştır.

bottom of page