top of page
Kalbin Damarları

AYNÜ'L-KALB

Hâl Faslı

Gün doÄŸunca açılır dünyanın gözü. Gecenin perdesini sıyıran kasemli güneÅŸtir. Karanlıkta parıldayan ateÅŸ böceÄŸi varlığa sekinettir. Bir yanıp bir sönen, yandıkça kozasını kıran, söndükçe karayı gümüÅŸe boyayan ilk kelimedir. Harfsiz, sessiz ve suretsiz bir sezginin matlaına düÅŸen çiÄŸ tanesidir, ilk. Belâ/bilakis; nicedir buradayım, nasıl düÅŸtüm, nedendir bilmem. Bir vakittir duyarım, görürüm, tutunurum keza. Seni görürüm, seni duyarım, sana tutunurum. Åžuracığımda bir sıcaklık var. Hissettikçe kor dolanır dilime. Kor desem, harlanır mı bilmem. Bir vakit yandığımı bilirim belki. Ya sonra? Yakanı bildim mi kor yüreÄŸe galebe çalarım. Kudret elinde bir o yana bir bu yana döner dururum…

​

Söz Faslı

​

Aç gözünü, haydi. Adına sabah dedikleri sıfır noktasındasın. Perdeyi aşındırıyor hayat. Seni bitimsiz bir koÅŸuÅŸturmanın içine davet ediyor. DöÅŸekte tartılmanın zamanı deÄŸil. Birazdan kirpiklerinde asılı ağırlıkları kaldırıp alabildiÄŸine göreceksin.  YaÅŸama bir görüÅŸle tutunmanın zarafetidir ilk görüÅŸ deneyimin. Aşınmamış gerçeklikle kurulu safiyane iliÅŸkinin ilk basamağıdır. Henüz iyi ve kötünün uÄŸramadığı izbedesin. Yansımanın izdihamına maruz kalmadan önce, iki gözünü aynı anda kırpmadan önce bak. Tüm dikkatsizliÄŸin ve plansızlığınla bak. Ne görüyorsun? Unutma, bir görüÅŸten ibaretsin…

​

Tezkire ve Tezkiye Faslı

​

‘’Haz ve hız çağı’’ söylencesi artık o kadar aşındı ki, modernizmi ortaya alıp bir güzel pataklamak eskisi kadar keyif vermiyor. Gerçi pataklamak da bir iÅŸe yaramıyor, bu da ayrı bir mesele. Bence bütün hırpalamaların akabinde sakinleÅŸiyor ve hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hangi birine yeteceksin? Başına bir ‘’post’’ eki geliyor, sonrasında truth canavarına evriliyor. En nihayetinde görüyoruz ki, Bauman’ın ‘’akışkan modernite’’ dediÄŸi fasıldayız. Her ÅŸey usul usul siniyor sınır tanımadan. Her ÅŸeye raÄŸmen Baudrillard’ın simülasyonu daha niteleyici görünüyor. GerçekliÄŸin bir simülasyon olduÄŸu ve simülasyonun içindekilerin bir simülasyon içre olduklarını bilmedikleri ütopik bir evren algısını realize ederek devam ediyoruz rutin yolculuÄŸumuza. BaÅŸkaldırı, habire duvara çarpan deneyimler yığını çağımızda. Bizim ateÅŸimiz, simülasyon fanusunda yanmıyor. Özden devÅŸirdiÄŸimiz moleküllerin yeni dünyada hareket etme imkanı yok. Eski-yeni ikiliÄŸi de bahsi diÄŸer. ‘’Yeni olan nedir?’’ sorusuna,’’eski olan budur’’ diyebileceÄŸimiz herhangi bir parametre de yok hakeza. Hadi bunu daha yalın bir dille ifade edelim: bugün mesele haline gelen haz ve hız, dünün de meselesiydi. Çünkü zaman kendiliÄŸinden yavaÅŸlamıyor ve hızlanmıyordu. Bugünün haz ve hız debisi ne ise dünün de oydu. Tüm zamanlar için yavaÅŸlayan ve hızlanan sadece insandı. Evrenin bedenine önce ipi dolayıp sonra daha hızlı dönmesini saÄŸlayacak teÅŸebbüsler de tarihe kıyamet çaÄŸrısı olarak geçti. Beyhude bir çağırış! Varlık felsefesinde fıtrat bilgisi, okyanus ortası karanlığında belli belirsiz gözüken görüntünün simülasyon fanusu olduÄŸunu öÄŸretir bize. KabuÄŸunu yarıp ortaya çıkmak anlamını veren fıtrat, fanusun bir realite olamayacak kadar belirsiz olduÄŸunu gösterir. Yüklemi belirsiz bir cümlede özne olmanın trajedisinden bahseder. Fıtrat, bu anlamıyla baÅŸlı başına bir diriliÅŸ çağırısıdır. Sadece çaÄŸrısı mı? DiriliÅŸin ta kendisidir de. Haz ve hız çağında yavaÅŸlamak mı istiyorsun? Varlığa ilhamını veren esmânın, fıtrata yazılması gereken ilahi kodlar olduÄŸunu bil ve yaz; ister yavaÅŸça ister hızlıca. Tevkifini  veren Hakk Telala’dır zira. Ä°ÅŸte bu sebeple görmek, dedik. Neyi, nasıl, niçin, neden, ne kadar ve kimle görüyoruz? Görme yetimizin hem duyuÅŸ hem de felsefi köklerine inerek aslımızın mahiyetini idrak edip daha kurucu, canlı ve kapsayıcı bir perspektif kazanabilir miyiz? Görmek acı verir mi? BaÅŸkaldırı fitilini ateÅŸler mi? Gerçekten simülasyonun zıttındaki gerçekliÄŸi görebilir miyiz? Sayısız soru ortaya çıkacak. Varsın çıksın. Zamanı geriye sarmadan sıfır noktasını keÅŸfetmenin ve latif zekayı geliÅŸtirmenin, simülasyonun tüm cazibesine bedel olduÄŸunu anladığımızda bir eskimeyen yeni idrakimizi sarıp sarmalayacak.

​

Tâlim Faslı

​

Sözlükte بصر b-s-r kelimesi görme organına ve gözdeki görme gücüne, kalbin anlamayı saÄŸlayan kuvvetine de basiret denmektedir. Gözün görmesi manasının dilde basiret kavramıyla ifadesine ender rastlanır ve basiret galip ekseriyetle kalbin görmesine tekabül eder. Yine dilde basiretin zıttı ضرير ‘’ama’’ kelimesiyle ifade edilir fakat dil ve düÅŸünce baÄŸlamında ‘’kalp gözünün görmemesi/manevi körlük’’ diye yorumlanır. (Rağıb el-Ä°sfehani, el-Müfredat, 146). Özetle basiret görme, idrak etme, bir ÅŸeyin iç yüzüne vakıf olma ve sezgi ÅŸeklinde katmanlı bir anlam çevrenine sahiptir. (DÄ°A, md.’’Basiret’’). Basiret kelimesi Kur’an-ı Kerim ve hadislerde de sıfır noktasında cismani göze, uzamında ise kalp gözüne tekabül edecek ÅŸekilde kelam olmuÅŸtur.

 

Mutasavvıflar insanda dış alemi temaÅŸa eden bedendeki iki gözün yanında kalbin de manevi alemi gören iki göze sahip olduÄŸunu ifade etmiÅŸlerdir. Transpersonal psikoloji incelemelerine de konu olan kalp gözüne tıpta mental tedavi çalışmaları açısından da önem atfedilir ve ruhtaki bioaktif enerjiyi refere eden odak noktalarından biri olarak kabul edilir. DüÅŸünmenin, beynin mi yoksa kalbin mi bir eylemi olduÄŸu hususu ise eski olduÄŸu kadar da yenidir. Eski Mısır tıbbında bilginlerin hati (kalp) ile metu (damar) arasındaki iliÅŸkinin fizikötesi derinliÄŸe sahip olduÄŸunu keÅŸfetmesi, düÅŸüncenin de merkezinin kalp olduÄŸu fikrini deneyimle ortaya koyar. Günümüzde ise gerek bilimsel araÅŸtırmalar gerekse de zihin felsefesi çevreninde yapılan incelemeler bu tezi dikkate almaktadır.

 

Toparlayacak olursak basiret, gerçeÄŸi madde-mana, beden-ruh, içlem-kaplam, aynı-zıttı ile bütünüyle görmeye karşılık gelir. Basiret, gerçeÄŸin bütün katmanlarını kuÅŸatan külli bir oluÅŸ/görüÅŸtür. Varlığın onto-epistemesi hakkında bilgi veren sarsıcı, can alıcı ve kuÅŸatıcı bir deneyimdir. Kanaatimce kalp gözü terkibini gün yüzüne çıkaran en kayda deÄŸer saik de buradaki ayrımdır. Basiret hem beÅŸ duyunun hem de duyu ötesi-hissi/sezgisel duyuların ortak ameliyesidir. Bu anlamıyla bütün duyuÅŸların yolu kalpten geçer. Bedeni harekete geçiren sadece hormonlar deÄŸil, mikrodan makroya organizmayı çevreleyen astral enerjidir. BeÅŸ duyu dış dünyadan gelen verileri alır/seçer, zihin senteze tabi tutar. Rafine veri süzülerek bioenerji haline gelir. Kalp evirile çevrile döner durur. Ä°nanma ihtiyacı ne kadar fıtri ise basiret de insanın fıtratıyla temayüz etmesi sonucunda ortaya çıkar. Berrak bir görüÅŸ, yalın bir akış ve derinlemesine bir varoluÅŸtur basiret.

​

Tahkiye Faslı

​

Biz ne yapıyoruz? Ne yaptığımızın farkında mıyız? Burnumuzun ucundaki yaÅŸamı görmüyoruz. Hayat beyhude çabalar ambarına dönüÅŸmüÅŸ adeta. GörüÅŸ deneyimi görme fiilinden, hadi diyelim idrak düzeyinden öteye geçemiyor. Üstelik bunu tıfıl çocuklar da deÄŸil koca koca yetiÅŸkinler olarak yapıyoruz. ‘’GörüÅŸ’’ kelimesi bile siyasi zihniyetin çarkları arasına sıkışıp kalmış. Görü/görüÅŸ/görmek deyince partizanlık cümbüÅŸü baÅŸlıyor. GörüÅŸü aslına vasıl olmayan bir kalıba dökünce kolektif bilinç de ortaya çıkmıyor. Yine kolektif bilinç adına bireyi sosyal statü ve rol fonksiyonundan soyutlayınca ortak kültürü ihya edeceÄŸimiz zehabına kapılıyoruz fakat ne fayda. Bireyi ve özne görüÅŸünü devre dışı bırakınca bireysellik/yalnızlaÅŸma kaçınılmaz oluyor. PederÅŸahi yaÅŸam tasavvuru insanı varoluÅŸsal koÅŸulları içinde tazelemeye, yaralarını sarmaya ve iyileÅŸtirmeye imkan tanımıyor. Herkesin komutan olduÄŸu, kimsenin askerliÄŸe yanaÅŸmadığı vahamete sitem etmemek elde deÄŸil. Dünyaya Allah’tan vahiy almış Peygamber konumundan bakıyoruz. Herkesin bizim sünnetimize uymasını, yolumuzdan gitmesini bekliyoruz. Tüm göreceliÄŸiyle yaÅŸama bakışımızı kutsuyor, hayali bir obanın beyi gibi hareket ediyoruz. Ä°stiyoruz ki herkes bizim baktığımız pencereden baksın. Oysaki bakış veya görüÅŸ fıtri meÅŸruiyetini varoluÅŸsal standartlarından almayınca, aÅŸina olmadığı renkleri, sesleri ve kokuları tehlike olarak algılıyor. Modern psikolojinin endüstrisine insan kaynağı saÄŸlayan meta-ruhsal hastalıklar (stres vb.), tüketim kültürünün dayattığı simule-varlık tasarımı sebebiyledir. Nesnellik adına insanı nesneye indirgedikten sonra bireyi özne olduÄŸuna ikna etmeye çalışan endüstriyel ahlak, Bauman’ın ‘’katı modernite’’ diye tasvir ettiÄŸi indirgeyici dünya görüÅŸünü vaat etti insanlığa. Bu sathi teÅŸebbüs de en çok kapalı kültür yapılarında karşılık buldu. Batı’nın illetli, hastalıklı, geri ve zavallı yakıştırmalarıyla sınır çizdiÄŸi öteki olmaya, bütün bu yakıştırmaları irade ve nitel deÄŸerle kusmak yerine bilinçaltında kabul etmeye sıcak bakmanın ağır faturasını halen daha ödemekteyiz. DoÄŸu’nun simurglarını prometheusa dönüÅŸtüren çeliÅŸkili insan tasavvuru, çoklukta birlik kaziyesini yok ederek Tanrı’dan kutsalı çalarak hakikati tekeline alan temelsiz, hikmetsiz ve bilinçsiz bir ideali yok pahasına okutuyor. GerçekliÄŸi simülasyona indirgeyen, fanusun içindekilere simülasyon içinde olduklarını unutturan bu bakış, adeta kabuÄŸun içindeki özü sinsice süzüyor. DoÄŸu’nun karizmatik/kahraman mitinin istismara ne kadar açık olduÄŸunu fark etmeye, basirete ulaÅŸana kadar görme katmanlarını sabırla aÅŸmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Varlığa kalp gözüyle bakmaya, ilahi kudretin farklılıkta tecelli eden, tecellisiyle varlık tekillerini cem eden adil, merhametli, sorumlu ve duyarlı görüÅŸü/basireti kuÅŸanmaya hakeza.

 

Mevlana’nın özel bir sözü var:’’Ä°nsan bir görüÅŸten ibarettir’’ diyor. Rivayet olunduÄŸu üzere bir gün Ebu Cehil Hz.Peygamber (s.a.v.)’i görünce:’’HaÅŸimoÄŸullarından bir çirkin belirdi’’diyor. Daha sonra Hz.Ebu Bekir (r.a.) Peygamber’i görünce o da,’’Sen bir güneÅŸsin, parıldayarak dünyayı aydınlattın’’ diyor. Hz.Peygamber de ‘’DoÄŸru söyledin ey Ebu Bekir’’ diye mukabele edince, bu manzaraya tanık olanlar bunun nedenini soruyorlar. Hz.Peygamber (s.a.v.) ise,’’Ben bir aynayım, kim bakarsa bende kendini görür’’ diyor… Farz et ki bir aynaya bakmaktasın. GörüÅŸün de gördüÄŸün de sensin. Mevlana’nın bir sözü daha var ki, çözülü bütün düÄŸümleri adeta özenle baÄŸlıyor:’’Ayna niçin yansıtmıyor biliyor musun? Çünkü yüzünden pas temizlenmemiÅŸ.’’

 

Åžimdi bu kutlu aynayı karşımıza alalım ve ÅŸöyle bir bakalım, ne görüyoruz? Ayna, Hz.Peygamber’in manevi ÅŸahsiyetinde olgusal boyutuyla dindarlık olsun; dindarlık da ünsiyet ve empati kurduÄŸumuz dindarlığımız olsun; yani benim/bizim dindarlığımız. Freud’dan da destek alalım; id, ego,süperego diyelim. Hatta Jung’un personasını da alalım. Hepsini aynanın karşısına dikelim. Ne görüyoruz? Yüzümüzdeki pası, yani gölge kiÅŸiliklerimizi aynaya tutarsak ne görürüz? Ben’i tutarsak ne görürüz? Birinci bakış, görmek istediÄŸimizi; ikinci bakış ise görüntümüzün aynadaki yansımasını verecektir. Bu bakış deneyi sadece incelediÄŸimiz konuya deÄŸil varlık ve bilgi hakkındaki tümel ve tikel bütün görüÅŸ tecrübesini netleÅŸtirme açısından da herkese yardımcı olacaktır.

 

AyÅŸe Zarakol ‘’Yenilgiden Sonra DoÄŸu Batı ile YaÅŸamayı Nasıl ÖÄŸrendi’’ isimli kitabının önsözünde ‘’Batı dediÄŸimiz ÅŸeyin ne olduÄŸu hakkında bir ÅŸeyler söylemeliyim’’ der ve devamında Erving Goffman’ın ‘’leke’’ kuramı ve Norbert Elias’ın ‘’yerleÅŸikler-dışarıdakiler’’ ayrımından istifade ederek Batı’nın dünya tasavvuru hakkında ÅŸu açıklamayı yapar:

 

‘’Aslında aynı dinamik modern uluslar arası sistemin temelinde de var. Bu sistemin çekirdeÄŸini oluÅŸturan Avrupa ülkelerine Elias’ın örneÄŸindeki eski mahalle, sistem küreselleÅŸtikçe katılan diÄŸer ülkelere de yeni mahalle bireyleri olarak bakabiliriz. Özellikle on dokuzuncu yüzyılda Avrupalı olmayan pek çok öÄŸe sadece Avrupalı olmadığı için lekelendi ve kötü addedildi. Ä°ÅŸin daha da vahim tarafı, bu muameleye tabi tutulan ülkelerdeki elitler (ve modern eÄŸitim sistemi sonucunda bir yere kadar halk da) bu lekeleri içselleÅŸtirdi.’’ (Yetkin DüÅŸünce, ‘’Abbas PirimoÄŸlu, Dinde Islahat Tartışmalarında Ä°ÅŸkaller ve Sualler, yıl 1, sayı 3, s.178-179).

 

Batı, kendi medeniyet mefkuresini yerleÅŸik olarak görürken diÄŸer toplumları dışarıdakiler olarak görmekte, Goffman’ın tabiriyle ötekini lekelemektedir. DoÄŸu’yu kibirli ve üstenci bir bakışla süzen Batı’nın neyi, ne kadar ve nasıl gördüÄŸü bir nebze dikkate deÄŸer olsa da asıl dikkati kendi perspektifimize vermeliyiz. Evet, insan gibi toplumlar da dünya da bir görüÅŸten ibarettir. Bu görüÅŸ çevre medeniyetleri de kalkındıran plüral yaklaşımla adaletin, merhametin ve evrenselliÄŸin inÅŸasını da saÄŸlayabilir; tam tersi Batı’da olduÄŸu gibi bilinçli bir sömürüye, yıkıma ve ötekileÅŸtirmeye de kaynaklık edebilir. Burada asıl sorulması gereken soru ise ÅŸudur: biz nasıl bakıp nasıl göreceÄŸiz?  Depresif bir duygusallıkla içe kapanma, ezik hissetme, geri kalmışlığı kanıksama ÅŸeklinde uzadıya giden sosyal-psikolojik travmayı sürdürecek miyiz yoksa gerçekçi ve temelli çözüm arayışlarına mı odaklanacağız?

 

Yenilenme kaziyesi tahminlerin tersine en az eski kadar eskidir. Tarihsel teÅŸebbüsler bu realiteyi ortaya koymaktadır. Biri içe kapanık diÄŸeri ise dışa açık olmak üzere iki teÅŸebbüs bilinmektedir. DoÄŸu mistisizminin Ä°slam dünyasındaki tezahürü ve modernist Ä°slami akımlar ÅŸeklinde iki teÅŸebbüs incelenmektedir. Sufizm’in dünya tasavvuru varlık ereÄŸinden ziyade hiçlik telosuna koyutlanmıştır. Bu koyuta göre gerçek mutluluÄŸa/tamlığa ancak varlıktan vazgeçerek ulaşılabilir. Varlıktan vazgeçiÅŸin nefsle beraber fıtratı, müstekarrı, meÅŸieti, inayeti ve hatta imtihanı buharlaÅŸtıracağı ise müsellemdir. Menâkıbnâmelerde çirkinliÄŸini kisveyle örten kadın remziyle tasvir edilen ‘’kötü dünya’’ güçlü bir nefs tezkiyesi, ilahi aÅŸka eriÅŸme ve itminan psikolojisi/rahatlama sunsa da ontolojideki imkan ve kevn/fesat yasasını zamansız ve mekansız bir teosofistikeye deÄŸiÅŸmektedir. Dünya artık üç günlük bir yolculuk/erek deÄŸil bir an önce terk edilmesi gereken bir yerdir. Modernist Ä°slami akımlar da samimi bir arayışla ıslah ve tecdit giriÅŸiminde bulunmuÅŸlar fakat bunu yaparken Batı’nın lekeli bilincini kıstas almışlardır. Ä°slam dünyasında nev-i ÅŸahsına münhasır bir sosyoloji inÅŸası gerekirken; akışkan, sinik, gözenekleri dolduran modern sosyoloji üzerine yenilenme teÅŸebbüsleri inÅŸa edilmiÅŸtir. EÄŸer biz bugün yenilenmeden söz edeceksek içinde bulunduÄŸumuz fıtri realiteyi terk edemeyiz. Bu anlamda Mustafa Tekin’in ‘’hikmet sosyolojisi’’ ÅŸeklinde ifade ettiÄŸi nev-i ÅŸahsına münhasır bir sosyoloji inÅŸasına yönelik tasarımına basiret kavramıyla katkı sunmuÅŸ olalım. VaroluÅŸsal olarak bir an önce terk edemeyeceÄŸimiz dünya hakkında romantik düÅŸlere kapılırsak; psiko-sosyal boyutta varlığı sadece dışarıdan bir bakışla görürsek, daha önce test de edilmiÅŸ romantizmi ve öykünmeyi kanıksarsak, hiçbir zaman içinde olduÄŸunu fark edemeyeceÄŸimiz bir simülasyona girmiÅŸ oluruz. DiÄŸer bir deyiÅŸle görüÅŸ kalpten göze iner,  yani sıfır noktasına çakılır. Medeniyetimizin sunduÄŸu basiret bakiyesini tükettiÄŸimizde ise ortada gelenek de yenilenme de kalmaz. Bu iki yaklaşımın tezlerini ortaya koyabilmesi, Ä°slam dünyasına katkı sunabilmesi ve temsiliyet niÅŸanını takabilmesi için öncelikle içinde yaÅŸadığımız tarihsel koÅŸullar itibariyle hakikat söylemini hikmet nosyonuyla saÄŸaltması gerekiyor. Zira varoluÅŸsal çeliÅŸkilerini aÅŸamamış bir bakış, gördüÄŸünü hakikat zannetse de basiretle görmediÄŸi için itminana eriÅŸemez. Hak ile batılı, iyi ile kötüyü, doÄŸru ile yanlışı ayırt edeceÄŸi ferasete/ihyaya ulaÅŸamaz. 

 

Sonuç olarak pazarlıklı teslimiyeti, donuklaÅŸmış imanı, haÅŸyetsiz ibadeti, duygusuz samimiyeti, sorumluluk bilincinden koparılmış takvayı, faydasız ameli, adaletsiz hukuku, kaybedilmiÅŸ hikmeti, Allahsız insanı (hümanizma), dinsiz aklı (akılcılık) ve felsefesiz ahlakı olumsuz sıfatlarından arındırmak ve Ä°slam’ın Allah, insan, tabiat, tarih; iman, ibadet, ihlas; tevhit, nübüvvet ve mead (ahiret) ÅŸeklinde ana kaidelere oturttuÄŸu deÄŸerler sistemine göre müstekarda/karargahta özgün bir sosyoloji kurmak istiyorsak varlığa hikmetli bir bakışa bakmalı, derekeden sezgiye görüÅŸ gücümüzü geliÅŸtirerek gerçeÄŸi basiretle/kalp gözüyle görmeliyiz.

​

​

Son Fasıl ve Derkenar

​

Ey OÄŸul/Kızım! Bu yazıyı hangi tarihte okuyorsun bilmiyorum lakin günümüzde ahval ve ÅŸerait tab olduÄŸu üzeredir. Tavsiyemdir/vasiyetimdir oku, incele ve dahi eleÅŸtir. Velev ki maksadın ibret almak olsun. Bu yazıyı, diriliÅŸ cehdinin günümüzdeki duayenlerinden Üstat Sezai Karakoç’un vefat ettiÄŸi gün bitirmiÅŸ oldum. Allah derecesini âli eylesin.

 

Büyüklerin de küçüklerin de gözlerinden öperim. Afiyet, saÄŸlık ve esenlik dilerim.

​

Email 

PaylaÅŸ

bottom of page