top of page
Aile 2.webp

Ä°NANIYORUM ÖYLEYSE VARIM

Ä°nsan zihninde maddi ya da madde ötesi

herhangi bir ÅŸey tanımlanırken anlam gerçeklik, nedensellik ve ÅŸartlanmışlık süreçlerinden geçer ve mantıksal bir bütünlük içinde olgunlaÅŸmayı ve kavramlaÅŸmayı bekler. Kesin bir inancı tanımlayan ilkeler ile ussal bir düÅŸünüÅŸü tanımlayan ilkeler mahiyet gereÄŸi farklılaşır. Varlık, hayata gözlerini açtığı andan beri insanın anlama ve yorumlama sürecini meÅŸgul eden sorularda karşımıza çıkan tümel bir kavramdır. ‘’Varlık nedir?’’ ÅŸeklindeki bir soruya antik çaÄŸlardan günümüze verilmiÅŸ bolca cevaplar vardır. Monoteizmin yaratılış kıssasından Antik Yunan’ın yarı insan tanrılarına, Orta Asya ve Hint Kıta’sının mitoloji ve gerçeklik arasında gide gelen çok tanrıcılığına, teodiseye, iradeye ve öte dünyaya uzanan çok kapsamlı bir düÅŸünüÅŸün öbeÄŸinde varlık yada varlık-yokluk ikilemi vardır. Her dönemin ve mekânın kendi tekevvün ÅŸartları itibariyle hayatın anlamına dair deÄŸerlendirmesi farklılıklar taşısa da varlıkta, yoklukta ya da varlık-yokluk ikileminde gündem birleÅŸir.Biz bu birleÅŸimin kavramsal, nesnel ve tasviri düzeyini konuÅŸuyor olacağız.

​

Varlık bir niteliktir. Ölçülemeyen, tartılamayan, sayılamayan ve çoÄŸaltılamayan bütünlüktür. Varlık, var olan her ÅŸeyin ortaklaÅŸa taşıdığı bir niteliktir. Maddi ya da madde ötesi ÅŸeyler hakkındaki bilgi de ‘var olan bir ÅŸeyin bilgisidir’. Tanımı biraz daha somutlaÅŸtıracak olursak varlık, ‘’düÅŸünmeye gerek bırakmadan zihnimizde doÄŸrudan beliren ÅŸey varlığın kavramsal seviyesidir’’ (Åžaban Ali Düzgün). Varlık hakkında beliren bilgileri tespit eden, düzenleyen ve tarzlayan bilgi alanına ise ontoloji (varlıkbilim) denilmektedir. Ontoloji ise metafiziksel ve fiziksel olmak üzere ikiye ayrılır. Metafiziksel olan görünmeyen varlıkları, fiziksel olan ise görünen, yani beÅŸ duyuya hitap eden varlıkları inceler.

Ä°nsan denen varlık Allah, evren ve kendi varlığı üzerine inanç ve düÅŸünce inÅŸa eder. Ä°lahî dinin gâyesi, ‘’Ne?’’ sorusuna varlığın kavramsal yapısında olduÄŸu gibi ‘’tam’’ bir cevap verme, süregiden varoluÅŸsal akışa konsantrekatma, etkilediÄŸi oluÅŸtan reaksiyon almaktır. Dinlerin sınıflandırılmasında literatür birtakım diskürsif tasnifler yapsa da, varlık üzerine düÅŸünürken bilgi felsefesine dayanarak daha tümel bir tasnif olarak nitelendirebileceÄŸim ‘’ilahîve insanî’’ ÅŸeklindeki ayrımı önemsiyorum. Zira bu yazımızda daha çok Hanif-Ä°brahimîdin geleneÄŸinin inanç ve fikirleri ekseninde varlığa dair bir anlam arayışı sürdüreceÄŸiz. Din-bilim tartışmasında karşımıza çıkan tek ve çifte hakikatçilik sorununu incelemeye ve varlık üzerine teistik-Ä°slâmî bir temellendirmeyle çağın insanına teolojik bir bakış açısı sunmaya çalışacağız.

​

Varlığın hükümlerine geçmeden önce belirtmeliyim ki varlık-yokluk, aydınlık-karanlık, iyilik-kötülük ÅŸeklindeki ikili kategorileri incelerken hükmün kaynağı ve konusuna dair daha berrak bir bakış açısı kazandırmak adına bilmemiz gereken ilk ÅŸey, ön yargı denilen zayıflığa din de akıl da pek sıcak bakmaz. Hele hele cevabı kaf dağında olan sorulara yanıt ararken beden elbisesini sıyırır gibi ön yargılardan kurtulmak gerekir. EÄŸer ilahi dokunuÅŸun sıcaklığını ve maddenin büyülü gizini (saf bilgisini) hissetmek istiyorsak keÅŸfin algı, tanı, ânı, vargı ve kanı (yargı) basamaklarını ön yargıdan âzâde ÅŸekilde çıkmamız gerekmektedir. Ä°kincisi ise zihnimizdeki berraklığı korumak, amiyane deyimiyle kafa karışıklığını gidermek ve hakikate sükûnetle yolculuk edebilmek içindir ki o: varlık üzerine düÅŸünürken tasviri bir dünya metaforunu sürekli izlekte tutmamız gerektiÄŸidir. Ä°nsan için birbiriyle iliÅŸkili üç dünyayı piramit ÅŸeklinde çevrelenen devinim olarak düÅŸünmeliyiz. Dış dünya, düÅŸünme dünyası ve dil dünyası. Dış dünya, düÅŸünceden bağımsız olarak var olanların bulunduÄŸu nesnel ve gerçek dünyadır. DüÅŸünce dünyası ise aklın dünyasıdır. Yani dış dünyadan yansıyan tasarımlar, kavramlar ve kategorilerdir. Dil dünyası da dış ve düÅŸünce dünyasında var olanların isimlerinden ve göstergelerinden oluÅŸur. Dış dünya, düÅŸünce ve dil ayrı ayrı ve sürekli birbirlerini besler (AliÅŸan Özdemir). Varlık üzerine düÅŸünürken de dış dünyaya, düÅŸünceye ve dile dayalı devinimsel bir çözümleme mantıksal bir bütünlük için ÅŸarttır.

​

Ä°slam kelâmı ve felsefesinde ele alınan varlık hükümleri vaizlerin ‘tevhid dini’, teologların ‘teistik inancın varlık sınıflandırması’ ve filozofların ‘varlık kategorileri’’ dediÄŸi ÅŸeydir. Kadim gelenekte de günümüzde de karşımıza çıkan varlıkbilimsel sorulara cevap aranırken varlık hükümleri cevabın konusu olur. Ä°nsanın iradesi, özgürlüÄŸü, kötülük problemi, mebde (baÅŸlangıç) ve mead (son)a dair müÅŸkül sorulara cevap aranırken varlık hükümlerinden baÅŸlamak gerekir. Birincisi, ‘’vâcibu’l-vücûd’’, yani zorunluk varlıktır ki Allah’ın yokluÄŸunun düÅŸünülemeyiÅŸi, varlığından önce yokluÄŸunun bulunmayışı anlamına gelir. Yani Allah, sadece var olan deÄŸil aynı zamanda varlığı kendinden olan ve diÄŸer tüm varlıklardan farklı olandır. Allah’ın ezelî ve ebedî oluÅŸu, O’nun Vâcib Teâlâ oluÅŸudur. Bununla birlikte ehl-i sünnet kelamcıları Allah’ın, kendisinden önce herhangi bir varlığının bulunmaması anlamına gelen ‘’kâdim’’ sıfatını, vâcib varlığın diÄŸer sıfatlarıyla birlikte düÅŸünerek kategoride anlam bütünlüÄŸünü temin etmiÅŸlerdir.  Ä°kincisi, ‘’mümkün’’, yani olurlu varlıktır ki Allah’ın dışındaki her ÅŸeye, bütün yaratılanlara tekabül eder. Var olması da olmaması da birbirine denk olan, varlığı kendi dışında bir sebebe muhtaç olan, ezelî ve ebedî olmayan, hâdis (sonradan meydana gelen)  anlamına gelir. Üçüncüsü ise, ‘’mümtenî’’, yani imkânsız olan ÅŸeydir ki varlık alanına çıkması düÅŸünülemeyen ÅŸey anlamına gelir.Karenin yuvarlak; arazın cevher, yani bir özün rengi, kokusu ve tadıyla özdeÅŸ olduÄŸunu ve yani elmadaki yeÅŸilin elmanın kendisi olduÄŸunu (oysaki böyle bir ÅŸey imkândâhilinde deÄŸildir, bir cevher olarak elmayı tamamlayan tadı ve kokusu gibi baÅŸka arazları da vardır); insanın ezelî ve ebedî, tanrının hâdis olması gibi, bunlar mümtenîdir.

​

Genelde teizmin özelde ise Ä°slam’ın, varlık konusunda ortaya çıkan sorulara verdiÄŸi cevapları doÄŸru bir ÅŸekilde düÅŸünebilmek için iki temel kriteri esas almamız gerekiyor. Birincisi, ilah tasavvurumuz, beÅŸ duyu yoluyla algıladığımız gerçekliÄŸin toplamından baÅŸka bir ÅŸeye veya varlığa tekabül etmelidir. Ä°kincisi ise, vahiy geleneÄŸi içinde Allah’a inanan bir mümin, Allah hakkında bilginin(bilâkeyf)imkânını, (yani ilahi sıfatları) kabul edecektir. Varlık ve yokluk arasında bir düÅŸünüÅŸte Allah’ın varlığını olasılığa düÅŸürmeden O’nun hem yaratıcı olduÄŸuna hem de melekleri ve peygamberleri aracılığıyla insanlığa vahiy gönderdiÄŸine ikna olmuÅŸ olarak baÅŸlayacaktır. Üçüncüsü ise insanın varlığı geçicilik ve nedensellikle çepeçevre kuÅŸatılmış olup bir bakıma çevresinde cereyan eden gerçekliÄŸi sebep-sonuç deviniminde çözümlemek zorundadır. Oysaki Allah, varlığın konusu olarak böyle bir akta maruz bırakılamaz(Düzgün). Allah, insanın ihtiyaç duyduÄŸu zaman, mekân ve akıl yürütme gibi yorumbilimsel çevrenlerden bağımsızdır, yücedir, aÅŸkındır. Zira varlığın konusu olarak Allah nesnelleÅŸtirilemez; O’nun, bütün diÄŸer varlıkların var olabilmeleri için kendisine baÄŸlı olmasındaki öznel-etkin (vâcib) konumu deÄŸiÅŸtirilemez. Allah’ın varlığı deyince, düÅŸünmeye gerek bırakmadan zihnimizde doÄŸrudan beliren ÅŸey tam olarak budur.

​

Teizm dışında Allah, evren ve insan üzerine anlayış geliÅŸtiren, düÅŸünce sistemi kuran ve öneride bulunan inanç tarzları da vardır. Ateizm, deizm, panteizm ve panenteizm baÅŸta olmak üzere natüralizm, materyalizm ve pozitivizm diye devam eden yönelimler özellikle din-bilim, inanç-akıl konularında teizmle belirgin ÅŸekilde farklılaşır. Teizm, Åžehristani’nin‘’semavi ve batıl dinler’’ diye incelediÄŸi tasnifte semavi dinler kategorisini çevreleyen ortak bir inanış tarzıdır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Ä°slam’da her ÅŸeye takdirini ve kıymetini veren yaratıcı ve aÅŸkın varlık ‘tektir’; Hıristiyanlıktaki teslis anlayışı Ä°slam’ın tevhid anlayışına zıt olmakla beraber yaratıcının ezelî ve ebedî oluÅŸunu âleme ve maddenin kendisine yükleyen akımlardan farklı olduÄŸu için teizm kapsamında kabul edilmektedir.

​

Doksanlı yıllardan günümüze Türkiye’de yukarıda adı geçen natüralizm, materyalizm ve pozitivizm gibi akımlara teist düÅŸünürler tarafından yanıtlar verilmiÅŸti. O yüzden burada aynı yanıtları tekrar etmekten ziyade günümüzün ihtiyaç ve sorunlarına odaklanmayı tercih ediyorum. Günümüzde ateizm ve deizmin yükseliÅŸi ÅŸeklinde bazı iddialar dillendirilmektedir. Popülasyonu yükseliÅŸin göstergesi olarak kabul etmek insan ve toplum okumalarında yanıltıcı olabilir. Bunun yerine ‘’Neden?’’ sorusuna aranacak cevaplar bize nispeten isabet temin edebilir. Ben bu noktada herkesi sosyal bilimlerin tüm birikimine müracaat etmeye davet ediyorum. Bana göre ateizm ya da deizm, teizm karşısında yükseliÅŸ sergileyen bir grafiye sahip deÄŸil. Özellikle yeni neslin, teizmin Ä°slam yorumunu benimsemekte zorlanmasının asıl nedeni toplumsal dengelerin doÄŸru kurulamıyor oluÅŸudur. Yani sorun inancın kendisinde deÄŸil; kısmen inancın temsilinde ama daha çok insanın kendisinde, bireysel ve toplumsal olanın tedavülündedir. Sosyolojik çözümlemeler bu durumu daha iyi anlamamıza olanak saÄŸlar. Kırdan kente göçün artmasıyla birlikte insanların dünya yorumu, hayata bakışı ve sosyal farkındalığı deÄŸiÅŸti. Bu deÄŸiÅŸim sürecini daha akışkan atlatan insanımız olduÄŸu gibi daha katı geçirenler de oldu. Ä°ÅŸte bu katı geçiÅŸle yaÅŸanan, uyumu zorlaÅŸtıran ‘’sarsıntı’’ kamusal alanda deÄŸerlerimizle kurduÄŸumuz içsel iliÅŸkiyi de etkiledi. Bu sebepledir ki yeni nesli iÅŸaret ederek ‘’ateizm ve deizm yükseliyor!’’ ÅŸeklindeki sesleniÅŸleri ‘’dinden çıkma’’ ÅŸeklinde yorumlamadan önce toplumsal güvenlik kurumlarında ailede, okulda ve ibadethanede diÄŸeriyle kurduÄŸumuz iletiÅŸim ve iliÅŸkileri toparlamaya yönelik bir uyarı ÅŸeklinde düÅŸünmeliyiz. Aile ortamında Müslüman anne ve babasından sevgi, ÅŸefkat, ilgi ve alaka göremeyen çocuklar için ‘’Allah’ın rahmeti sonsuz ve merhameti sürekli olan, hem seven hem de sevdiren bir yaratıcı oluÅŸu’’ bir anlam ifade etmeyebilir. Okulda gençler, evrimin zihinlerinde uyandırdığı sorulara öÄŸretmenlerinden nesnel olduÄŸu kadar tinsel olarak da tatmin edici cevaplar bulamazlarsa hayat devam ederken küresel sekülerizmin rüzgarı karşısında savrulabilirler.

​

Meselenin diÄŸer bir yanı ise ateizmin ve deizmin temellendirme ve fraksiyon sorunlarıdır. Bizde kimse bunları doÄŸuÅŸtan almıyor. En azından ÅŸimdilik elif-bâ’dan önce bu tarz akımları öÄŸrenen kimse yok. Oysa inançlı bir Müslüman için, teizmin inanç ve bilgi deÄŸerleriyle kemikleÅŸmiÅŸ-yaÅŸanmış bir süreç var. Zaman zaman bize yöneltilen sorular da bu tarz bir kıyaslamaya yakın, hatta aralarında karşılaÅŸtığım en ilginç soruyu sizlerle paylaÅŸayım: ’’Hocam Hanefi mezhebinden Åžafii mezhebine geçebilir miyim?’’… ArkadaÅŸlar, inanç tarzlarında birinden birine geçiÅŸ ‘’teistim, ateistim ya da deistim’’ demek kadar kolay ve oldumlu bir geçiÅŸ deÄŸildir. Ä°nsan psikolojisi; bırakın sistemli bir akımı, basit bir görüÅŸün zıddına ikna olmayı bile süreçle savlar. Ä°ddia ispat ister. Bu kural hukuktan önce insan belleÄŸinde benimsenmiÅŸ bir kanıdır. Ä°nsanın bir ÅŸeyi kendine ispat edebilmesi karmaşık bir algoritma kurmaya benzer. Büyük doÄŸrular da yanlışlar da orantılı olarak geri planında yaÅŸanmış tecrübe ve anılar üzerine kuruludur. Hatta yaÅŸanan kültür travmasının ardında yatan nedenin bir yanı da budur: insanda tane tane, adım adım, yavaÅŸ yavaÅŸ geliÅŸen doÄŸal süreçle dünyayı hızlı bir ÅŸekilde döndüren modern tüketim formülasyonu arasında sıkışıp kalmak… Eskilerin âhir zaman dedikleri…

​

Gelecek için ümitli olmakta fayda var; tabi temkini, çalışmayı ve dikkati bırakmadan. Bilgi ve biliÅŸim, nano-teknoloji, biyoetik, biyoteknoloji ve biyopolitika insanlık için yeni bir dünya hazırlıyor. Din, ahlak, etik ve moral deÄŸerlerimizi aidiyet, bilinç ve farkındalıkla okuyabilmek için henüz geç deÄŸil. YaÅŸadığımız çağın adına bunalım çağı diyorlar. Stresli bir yaÅŸam inançlı bireyin psikolojisi üzerinden stresli bir dindarlığa dönüÅŸebiliyor. Bu dönüÅŸümün demoral deÄŸerlerini tespit ederek arınabilme imkânını edinmek ve az önce saydığım moral deÄŸerleri merkeze alarak riski en aza indirmek mümkün.

Ä°slam rızâ, sevgi ve umut ile Allah’ın inayetine sımsıkı ve içten ÅŸekilde sarılmayı önermektedir. Yaratıcımızla iliÅŸkimizi Kur’an’da zikri geçen ilahi sıfatlar ile temellendirmek, O (c.c.)’nun bize karşı rahmetini, sevgisini, inayetini, lütfunu, korumasını, gözetmesini, ilk ve tekliÄŸini, benzersiz/muazzam ilgisini iliklerimize kadar hissetmek için bizim de O’nunla yakınlık kurmamız gerekmektedir. KabuÄŸunu kırıp hayata ışıldayan civciv gibi, modern dünyanın katı ve kara bulutlarını fıtrî-imanî bir sıçrayışla aralayıp yüzümüzü aydınlığın ve kurtuluÅŸun kaynağına, rabbimize dönmeliyiz. Ä°nsan için Allah, zâtını salt bilgiye dayanarak somutlaÅŸtıramadığı aÅŸkın ve yüksek bir öznedir. Kuluna ÅŸah damarından bile daha yakın olan (50/16), kulu O’nu anarken onunla beraber olan, kendisine bir karış yaklaÅŸana bir arşınla mukabele eden (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 2)mevlâdır, dosttur, sonsuz ve sorunsuz bir idrak, temayüz ve derinliktir.

​

Dünyada insan için iki yol var:

​

Ya yaratıcının bize sormadan bizi bu uçsuz bucaksız galaksinin kaosuna savurduÄŸuna, ardı arkası kesilmeyen kötülüklerin kaderine terk ettiÄŸine, hazza dayalı yaÅŸantımıza sürekli dokunarak rahatsız ettiÄŸine kendimizi ikna edip bütün tembellik, sorumsuzluk, günahkârlık ve vurdumduymazlıklarımızın kötücül nedenselliÄŸini O’na baÄŸlayacak ve acılarımızdan O’nu sorumlu tutacağız;

ya da biricik rabbimizin elestbezminde bize lütfedip, itibar edip, söz hakkı tanıyarak ‘’Ben sizin rabbiniz deÄŸil miyim?’’ diye sorduÄŸunda ve bizim de bu soruya ‘’Elbette öyle, Sen bizim rabbimizsin’’ (Araf 7/172)diyerek rızâ ile karşı verdiÄŸimize; bizi en güzel surette/amaçlı/deÄŸerli/önermeli ÅŸekilde yarattığına, bizimle beraber eÅŸi benzeri görülmemiÅŸ bir intizamla lütuftan kaçınmadan muazzam bir evreni de var ettiÄŸine; yolumuzu kaybettiÄŸimiz zaman yanlışlarımızı, sanrılarımızı, travmalarımızı ve sapmalarımızı telafi edebilmek için peygamberler gönderip en kötü günde bile yanımızda olduÄŸuna; yetmedi; inanan kalplerin derdini, tasasını, hüznünü, çıkmazını teskin edip bir deÄŸil binlerce kapıyı ÅŸefkatle araladığına; ÅŸu küçücük dünyada ekmek aslanın aÄŸzındayken O’nun borç, çek, senet, taahhüt sormadan her ÅŸeyi istifademize sunduÄŸuna; bize gören göz, iÅŸiten kulak, hisseden kalp ve fikreden akıl vererek en netameli engelleri pratik ve ustaca aÅŸabilecek yetenekler ile donattığına; belki de en önemlisi: fiziksel ölümle birlikte bütün maddi örtü sıyrıldığı zaman beni nasıl bir sonun beklediÄŸini, daha doÄŸrusu beni bir baÅŸlangıcın beklediÄŸini ve bu baÅŸlangıcın ebedî/eÅŸsiz olacağını, dünyada sabra mukabil acıların günün birinde son bulacağını, tüm benliÄŸimle sarıldığım gerçeÄŸe derin bir huzurla kavuÅŸabileceÄŸimi(zi) –üzerine basa basa ısrarla- bana haber verdiÄŸine (mebde ve mead) samimiyet, içtenlik ve kararlı bir ÅŸekilde ikna olacak, tüm güvenimi O’na adayacak ve tereddütsüz bir ÅŸekilde iman edeceÄŸim(z).

​

İnanıyorsanız, var mısınız?

​

Ebed ve müddet; ‘’dönüÅŸ(ümüz) ancak O (c.c.)’nadır’’ (TeÄŸabün 64/3).

Email 

PaylaÅŸ

bottom of page