KORONAVİRÜS SÜRECİNDE
KAMU ADABI
Koronavirüste yeni bir dönemin içindeyiz...
Kamusal yaşamda normalleşme süreciyle birlikte tedbirler de ciddiyetini korumaya devam ediyor. Fiziksel sağlık kadar önemli olan bir diğer husus ise insan ve toplum psikolojisi. Tebdirler somut bir yapıya sahip. Her ne kadar netlik bir avantaj ise de tedbirleri sosyal yaşamda alışkanlık haline getirmek bir çok açıdan fedakarlığı karşımıza çıkarabilmekte. Diğer bir deyişle insan ve toplum sağlığı için alınan tedbirlere kişisel duyarlılığımızın da eşlik etmesi gerektiği anlamına geliyor.
Kamu bir toplumun tümünü, herkesi kapsayan anlam çevrenine sahip. Biz de bu yazımızda bir toplumu inşa eden ve ayakta tutan dayanışma, güven, fedakarlık (sabır) ve inanç gibi temel dinamikleri koronavirüs süreci bağlamında sosyal birey profili çıkararak incelemeye çalışacağız. Toplum mühendisliği veya ideolojik kaygıların dışında nesnel, tahlili ve tasviri bir yöntemi izleyeceğiz.
Adalet... Dayanışma… Denge…
Tebdirlere riayet etmezsek ne olur?
Elbette sağlık bakımından risk grubuna doğru depar atmış oluruz. Fakat burada başka bir detay söz konusu. Herkesin malumu, ıssız bir adada tek başına değil toplum içinde yaşıyoruz. Çevremizde bizden başka insanlar da var. Azami çoğunluğun maske taktığı, ellerini dezenfekte ettiği ve sosyal mesafeye riayet ettiği bir toplumda ‘’aman canım ne olacak’’ diyerek zamanın o küçük, kıyıda köşede biriminde tedbirleri ihmal etmek her şeyden önce adalet duygumuzu yaralayacak. Karbon temel yapı elementiyle değil de farklı bir elementle yaratıldıysanız iş başka tabi, o zaman virüs sizin için bir tehdit olmaktan çıkabilir. Fakat maalesef böyle bir şey söz konusu değil. Virüs hemen ensenizde bitebilir. Bankada, hastanede, markette, ekmek kuyruğunda ve bilimum kamu ortamlarında ‘’oy az biraz nefes alayım’’ veya caddede yürürken bir dal sigara(!) içmek için maskeyi gıdığa indirdiğinizde o binde bir ihtimal ‘’very nice!’’ diyerek dokularınıza yapışabilir, nur topu gibi bir taşıyıcı olabilirsiniz. Adalet dedik. İhmal edilmiş her tedbir toplumdaki diğer insanların motivasyonunu olumsuz etkileyen ajite bir örneklik olarak karşımıza çıkar. Sizi yarım ağız maskeli, sosyal mesafeyi ihmal ederken veya dezenfektesiz sosyal ortama katılım sağlarken gören diğerleri ‘’biz neden dikkat ediyoruz, demek ki biraz daha rahat olabiliriz’’ diyerek inisiyatif alıp adaleti sağlamaya girişebilirler. Neticede ortada ne tedbir, ne dayanışma ve ne de adalet; sadece kaos ve salgın kalır. Bankada, hastanede, markette, ekmek kuyruğunda ve bilimum kamu ortamlarında sırada beklerken önümüzdeki ve arkamızdaki bireylere yakınlaşarak yığın oluşturmak yerine sosyal mesafeye riayet etmek, belki dalgınlıkla bize yakınlaşanları nezaketle uyarmak, tedbirleri hem davranış hem de sözle hatırlatarak birey olmanın sorumluluğunu ifa edebilmek sadece hayatı değil, bizi bir arada tutan değerlerimizi de kurtaracaktır.
Güven…
İmanın kelime manalarından biri de güven olduğu için inancı da güven başlığı altında işlemeyi tercih ediyoruz. Şöyle bir metaforik örnekle ara başlığa giriş yapalım. Farz edin ki bir gemidesiniz ve uğruna ömür payesi ayırdığınız bir hedefiniz var. Sizi hedefe ulaştıracak teknik imkana, gemiye, yani neye nasıl inanacağınız konusunda ihtiyaç duyduğunuz her şeye sahipsiniz. Peki hedefe ulaşabilmek için gemi tek başına yeterli midir? Asla. Her şeye sahip olsanız da o hedefe ulaşabilmeye dair inancınızın ve umudunuzun hem var olması hem de sürekli canlı tutulması gerekir. Aksi takdirde uçsuz bucaksız bir okyanusun içinde o dört başı mamur geminizle hiçliğe karışabilirsiniz.
Zor bir süreçten geçiyoruz. İnsanlık tüm enerjisini ve kaynaklarını bu salgından kurtulmak için seferber etmiş durumda. İster kader, ister öjenik, ister küreselleşmenin hasarı deyin. Bu zor süreci aşabilmek için tanımlamak ne kadar lüzumlu ise yılmadan mücadele etmek daha da lüzumlu. Dünyadaki serüvenimizin sonuna da gelsek can siperane bir bilinç, gayret ve inançla onurumuz ve ebedi geleceğimiz için salgınla mücadeleye devam etmeli, inancımızı asla yitirmemeliyiz. Dünyanın bin bir hazzının, dokularımızın ve duyumsamalarımızın ötesinde ruhumuzu huzura eriştirecek olan içsel bütünlüğümüz, vicdan rahatımız ve fedakarlık onurumuz olacaktır ve bu onura tedbirlere riayet ederek, salgınla mücadele eden sağlık ve bilim cephelerine tam destek sağlayarak ulaşabiliriz. Alınan tedbirleri delen her yaklaşım kendimize, diğerlerine ve salgından kurtulabileceğimize dair inancı zedeler. Herkes kendini çözümsüz sorun yumağının, devasız bir hastalığın ve toplumsal çözülmenin eşiğinde bulur. Salgın geçtiğinde geriye birbirine karşı güvenini yitirmiş, dağılmış ve mücadeleyi terk etmenin kof huzursuzluğunu yaşayan, medenileşme sürecini üç dört adım geriden sürdürmeye ve tamamlamaya çalışan zayıf ruhlar kalır.
Elbette ilahiyatçı olmamdan ötürü meselenin dini boyutunu da sürekli hatırlamaya ve hatırlatmaya gayret ediyorum.Devletimizin ilgili kurumları da bu detayın altını kalınca çizmekte. Alınan tedbirlere her riayet kulluk anlamında sorumluluğun ifası manasına geldiği için, yeryüzünün ıslahı ve imarıyla sorumlu Müslümanın itibarını Allahu Teala nezdinde artırmakta, sevap olarak defterine yazılmaktadır. İnancımız bizi bu yönde motive etmektedir. Alınan tedbirleri zedeleyen her yaklaşım da kul hakkı olarak karşımıza çıkmakta, ilahi hükümlerin maksatlarından canın ve neslin korunması ilkelerini riske attığı için Yüce Allah’ın adaletine, merhametine ve sünnetullaha muhalefet etmektedir. Elbette Yüce Allah bizi böyle bir gafletten korusun. Fakat biz de O’nun bize verdiği akıl ve irade yetisiyle de söz konusu kul hakkına düşmekten uzak duralım. Nasıl? Tedbirlere riayete ederek.
Sabır…
Normalleşme döneminde camiler de kademeli olarak toplu ibadete müsait hale getirildi. İlk etapta öğle ve ikindi namazlarında tedbirlere uyarak toplu ibadete izin verilmişken artık diğer üç vakitte de aynı şekilde toplu ibadete katılabilmek mümkün. Sonsuz hamd ve şükür Rabbimize. Camiler de kamu alanı sayıldığından tedbirlere göre gerekli düzenlemeler yapıldı. Herkes ellerini dezenfekte ederek, maskesini takarak, sosyal mesafeye riayet ederek ve kişisel seccadesini cami içinde çizili belirli alana sererek cemaatle namaza katılabiliyor. Sorumluluk bilinci, disiplin, sabır ve intizam zaten Müslüman kişiliğin temel özellikleri iken koronavirüs sürecinde bu erdemleri layığıyla sergileyebilmek kişiye ayrı bir değer katıyor. Aynı safta yan yana omuz omuza birlik, bütünlük ve dayanışma ruhunu ibadet ikliminde teneffüs eden ruhlar ibadet ortamında tedbirlere göre saf tutarak aynı cemaat sevabına erişiyor. İnancın ve bağımsızlığın sembolü güzide hutbeleri sükunetle dinleyerek değerler namına nasihatten payını alıyor. Bununla birlikte bu vakte kadar vaaz ve hutbelerden dinlediği eşsiz hikmet ve nasihatlerin amelle ifası noktasında tedbirlere riayet ederek imanın, sabır ve sebatın lezzetini farklı şartlarda da tadabiliyor. Kulluğunu her durumda ifa edebilmenin izzet ve şerefine nail olabiliyor.
Lakin insan o ki aceleci, unutkan ve mevcuduna ilham edilen iyiliğe meyyal olduğu gibi kötülüğe de meyyal yapıya sahip bir varlık. Camiye gelmeden önce maske takmayı, yanına seccade almayı ve geldiğinde ellerini dezenfekte etmeyi unutabilir. Camide yer bulamadığında tez canlılığın telaşesine düşebilir. Belki alınan tedbirlerin çok sıkı, katı ve abartılı olduğunu düşünerek üzüntü, hezeyan ve serzenişlere kapılabilir. Kişisel seccadenin, maskenin, dezenfektenin ve sosyal mesafenin gerekliliğini sorgulayabilir. Böyle bir durum bilgisi içinde kalmamak için öncelikle sabırlı, akıllı ve ihtiyatlı düşünerek hareket etmek şart. Yetkili ve görevlilerin defaatle duyurusunu yaptığı açıklamaları ödev bilinciyle dinlemeli, algı eşiğimizde maskeye, seccadeye, dezenfekteye ve sosyal mesafeye yer ayırmalıyız. Tedbirleri kuşanmadan ibadet ortamına katılmanın, diğer vatandaşları, onların aile fertlerini ve iletişim halinde oldukları çevreyi, kısaca herkesi tehdit eden bir riske neden olacağını unutmamalıyız. Yetkililerin aldığı kararları uygulayan görevlileri ve güvenlik güçlerini zor durumda bırakacak ibadet ortamındaki huşu ve huzuru zedeleyebilecek söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Gerek camiye girerken gerekse de çıkarken sosyal mesafe kuralını ihlal edebilecek bir yığılmaya mahal vermemeliyiz. Sünnet namazları kişisel yaşam alanında eda etmeli, açık pencereler kapatılmamalı, klimaların çalıştırılması konusunda ısrarla gündem oluşturmamalıyız. Her ne kadar şadırvan ve tuvaletlerin kullanımı artık belli şartlara göre açıldıysa da abdest ve temizliği kişisel yaşam alanımızda temin ederek camiye gitmek salgın riskinden korunmak için daha uygun olacaktır. Özel ve kurumsal hayatta edindiğimiz statü ve rolleri tedbirlere uymama konusunda ayrıcalık olarak kullanmamalı, salgının genç yaşlı, zengin fakir, işçi işveren herkes için bir tehdit teşkil ettiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Unutmayalım ki salgın kişide çaresizlik psikolojisini besliyor. Dolayısıyla yanlış yerde cesaret yanlış yerde korku duyabilir, karar ve adımlarımızı da yanlış atabiliriz.’’Bana bir şey olmaz’’ düşüncesi bu psikolojik evrenin tipik yansımasıdır. Tebdirlere riayet etmemek cesur olduğumuzun göstergesi değil bastırılmış korkunun ters tepkimesidir. Salgına yakalanmaktan korkmak veya çekinmek abes değil bilakis ruhumuzun doğru durum bilgisine karşı geliştirdiği doğru bir reflekstir. Bu nedenle burada korkuyu bastırmak kişiyi virüse karşı savunmasız bırakır. Asıl cesaret tedbir ihlalleri karşısında duruşu bozmadan ilkeli şekilde kurallara uymak olacaktır.
Bu zor günlerin geçeceğine inanalım. Sorumluluklara, kurallara ve düzenlemelere ilkeli, erdemli ve bilinçli kişiliğimizin gereği olarak riayet edelim. Bizi biz yapan değerlerimizi dayanışma, güven, fedakarlık ve sabırla medenileşen ruhsal tekamülümüzü salgına rağmen sürdürelim. Sağlık gibi hastalığın da, ferahlık gibi bunalımın da, özgürlük gibi tutsaklığın da imtihanın bir veçhesi olduğunu bilelim.
Canlar soluk bulsun, ruhlar huzura erişsin, kalpler mutmain dualar daim olsun, tevekkül sorumlulukla buluşsun.
Sağlıklı, hayırlı ve huzurlu ömürler dilerim. Allah’a emanet olun.